28 Kasım 2014 Cuma

Mavi Göz


Onun karşısında otururken,
Güzelliğini anlatmak için
Bir ressam ya da bir şair
Olmak zorunluluğunu hissederdim.
İçinde kaybolduğum bir çift masmavi göz,
Ruhunda yitirdiğim benliğim.
Kaçmak istedim ondan,
Saklanmak.
Sanki dünyada yaşamayı öğrenebilmişim gibi,
Evrenin herhangi bir gezegenine kaçmak.
Ve onun beni bulmasını beklemek.
İmkansızı istedim.
İmkansız ne zaman olmuş ki?
Şimdi olsun.

9 Kasım 2014 Pazar

Üç çocuk














Ülkemizde son zamanlarda , bir üç çocuk muhabbetidir, gidiyor. Bu konunun ilerleyen yıllardaki sınıfsal nüfus sayısıyla bir alakası olabilir belki, bilmiyorum. Ancak bu tarz söylemlerin fizibilitesinin iyi analiz edilmesi gerçeğini göz ardı edemeyiz.

Öncelikle geçmiş dönemlerde, Hitler ve Mussolini gibi faşist liderlerin de benzer söylemleri olduğu bilinen bir gerçektir.

Bektaşi’nin dediği gibi “Rızkını vermeyecek olduktan sonra , yap yap koyuver.” Peki nedir bu rızk meselesi?

Ülkemiz de bebek ölümlerinin sayısı Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) verilerine göre, AB ülkelerinden 9 kat fazla. Yani AB ülkelerinde binde 4 iken, bu oran ülkemiz de binde 37,4.

Yine DPT verilerine göre, ülkemizde 8384 sağlık evinde ebe bulunmamakta, 773 sağlık ocağın da ise doktor yok.

12 Nisan 2014 tarihinde Anadolu Ajansı’nın yaptığı haber de ise ülkemizde ki okulların sınıf başına düşen öğrenci ortalaması 29.

DİSK-AR ‘ın yaptığı çalışmalarda, ülkemizde 958.000 çocuk işçinin olduğu tespit edilmiştir. Bu sayı her iki çocuktan birinin çalışması anlamına geliyor. Türkiye bu sınıflandırmada Asya ülkeleriyle aynı bölümde yer almaktadır.
Yine ülkemizde TÜİK, bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşlarının araştırmaları sonucu ortaya çıkan tablo da hiç iç açıcı değil maalesef. Geçen yıl iş kazaların da 59 çocuk işçi yaşamını kaybetmiştir. 20 çocuk ise intihar etmiştir. Ülkemizde 10 bin çocuk dilenci olduğu tahmin ediliyor. Son 3 yılda suça sürüklenmiş çocuk sayısı 250 bin. Bir yılda okula hiç kayıt yaptırılmayan çocuk sayısı ise 75 bin. Son üç yılda 27 bin çocuğumuz ise kaybolmuştur. Yine son üç yılda adli kaydı olan 70 bin çocuk,taciz ve tecavüz mağduru olmuştur.

Kısaca bu tarz söylemleri siyasi bir pencere yerine, verilerle incelersek işin içler acısı halini görmüş oluruz. Hepimizin mutlaka gözüne ilişen bir karedir , küçücük çocuk gelir sigara ister, ekmek parası ister. Mutlaka görmüşüzdür, ağzında emzik yerine sigarayla dolaşan küçücük çocukları. Ülkemizde futbol oynamak haricinde çocuklarımız spor yapamamaktadır. Ki futbol tesislerinin azlığı ve yetersizliği de bilinen bir gerçektir. Hiçbir olimpiyatta, ülkemiz ciddi manada yüzücülerimizle, atletlerimizle, okçularımızla, buz patencilerimizle, kayakçılarımızla, temsil edilememiştir.Çünkü biz çocuklarımıza spor yaptıramayan bir ülkeyiz.

Tüm bu mağduriyetler ortada dururken üç çocuk yapın demek , intihardır ,ileriki yıllarda daha büyük sorunlar demektir. Birinci önceliğimizin önce mağduriyeti gidermek olduğu gerçeği saptırılmamalıdır.

Başa dönecek olursak, Bektaşi'nin dediği gibi: 

“Rızkını vermeyecek olduktan sonra,yap yap koyuver."

7 Kasım 2014 Cuma

Koku



Çamaşırları makineye attım. Attım, senin kokun vardı hepsinde. Attım, hem de defalarca, attım çünkü kokun çıkmadı. Atıyorum, kokun çıkmasın diye. Evet, ruhumu her gün atıyorum.
Düşünmeyi, pek de alışık olmayan beynimle düşünme eylemini gerçekleştirdim bugün. Hani olur ya bazen, dünyayla yüzleşmek istemediğin zamanlar olur. Alkolün, tüm dünyanın aslında bir düş olduğunu ve beni bu düşten uyandıran şey olduğunu anladım.
Anasını sattığımın yerküresinde arabalara, süper evlere, lüks yaşama, savaşlara, markalara ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şeye bizi o kadar alıştırmışlar ki, hayatta karşılığı maddi olmayan tek şeyi yaşamayı unutturmuşlar."Aşk" ismi. 

Ancak insanın maddiyata olan aşkı değil, insanın insana olan aşkı. Bir kadının bir erkeğe , bir erkeğin bir kadına olan aşkı. Tam da bu aşk mevzusu ve bu çamaşır yıkamam olayı iki çemberin kesişim kümesi oluşturduğu nokta da birleşiyor.
Sen gittin ve ben bittim. Sen gittin ve ben bir çocuk parkının önünden geçtim. İt gibi üşüyorum. Ama üşümeyi severim. Üşümek bana yaşadığımı hatırlatıyor. Sen gittin ve ben o çocuk parkında, o soğukta yalnız başıma tahterevalliye bindim. Sen gittin ve ben sensiz kaldım. Sen gittin ve ben o tahterevallide sensizliğin ağırlığıyla havaya kalktım.
Bir bilim dergisinde okumuştum. İnsan burnu üç hafta duymadığı kokunun tadını unutuyormuş. Sen gittin ve ben ne dudaklarının tadını unuttum ne de kokunu. Bu durumda ya burnumla ilgili bir rahatsızlığım olmalı ya da deliriyor olmalıyım.
Kokunu unutamıyorum. Evet unutmak istiyorum , ama unutamıyorum. Bu parfüm kokusu değil ama senin ten kokun. Kendimi yıkıyorum, burnumu yıkıyorum, eşyalarımı yıkıyorum, evi siliyorum ama kokun gitmiyor. Kurşun geçirmez beynim, kokunu hep geçiriyor.
Kimileri de bana saçma sapan sorular soruyor. Sen de neden normal insanlar gibi değilsin? Normal olan bir insan var mı ki.

Yine o salak bilim dergisin de okudum.Hani hayatım gözümün önünden film şeridi gibi geçti diyorlar ya. İşte o neymiş biliyor musunuz, insan, beyin ölümü gerçekleştikten sonra, 72 saniye boyunca çocukluğundan başlayarak, tüm yaşamının özetini gerçekten izliyormuş. Benim filmim, video oynatıcının çizik cd'de yaptığı gibi, sen de takılıp kaldı. Ve ben o cd'nin çizik kısmından , geriye doğru baktığım zaman , düşman gibi yoksa pişman gibi bakacağımı bilmiyorum.
Sessiz çığlıklar atıyorum, beynimde yankılanan. Beynim boş bir oda gibi. Bir kendi sesim bir de hayalin, sabahtan akşama kadar yankılanıp duruyor. Sesim hayalini, hayalin sesimi kovalıyor. 
Tribe giriyorum , bazı bazı. "Acaba o da beni düşünüyor mudur?" diye. Cevabını biliyorum. Yas tutmak erkeklere özgü bir üsluptur. Kadınlar ise, acılarını içine atıp yola kaldığı yerden devam eder.
Neyse ,makine durdu. Çamaşırları asmak gerek. Kuruduklarında tekrar yıkamak için.

4 Kasım 2014 Salı

Köpek


Bu hikaye isimsiz bir şehirde belirsiz bir zaman diliminde başladı.

O gece ayağımın altında duran zemin, karın da etkisiyle yeni yeni kendini beyaza boyuyordu. Ayağımda kahverengi fiyakalı botlarım, modası geçmiş kot pantolonum ve kahverengi deri ceketim ile küçük, hiç de aceleci olmayan adımlarla yürüyordum. Ellerim soğuktan kıpkırmızıydı.


Saat gece yarısını biraz geçmiş olduğundan sokaklar yalnızlığa bürünmüştü.

Az sonra kendimi ahşap kapılı o barın önünde bulmuştum yine. İçeri girdim. Loştu içerisi ve her zaman olduğu gibi bir kaç kişiden ibaret olan müşteri kitlesi vardı. Boydan boya yürüyerek bir masaya oturdum. Deri ceketimi çıkarıp karşımdaki boş sandalyeye koydum onu, usulca sevgilisinin oturmasına yardım eden biri gibi. 

Birkaç dakika sonra barmen geldi. İsmini daha önce defalarca söylemiş olmasına rağmen yine hatırlayamadım. "Osi iyi geceler" dedi. "Sağ ol" dedim. Gerek yoktu ayrıntıya. Yanıma geldi, "Yalnız mısın?" diye sordu. "Evet." dedim. "O halde seni başka yere almak zorundayım." dedi. Neden olduğunu anlamasam da kalktım. Beni en köşeye, camın dibindeki masaya oturttu.

Burası daha loştu. Ceketimi bu sefer yan tarafımda bulunan sandalyeye koydum. Manzara güzeldi aslında, kar usul usul yağıyordu. Camlar hafif buğuluydu.

Bir bira söyledim hemen, çok geçmeden önümdeydi. Bir de kül tablası istedim. "Burada sigara içmek yasak." dedi barmen. Ancak ona uzattığım yirmi lirayla aramızdaki bu küçük sorunu çözmüş olduk. 

Hayatta iki şeyin tadı benim için çok önemli; birincisi biranın ilk yudumu, ikincisi yaktığım sigaranın ilk nefesi.
İkisini de çok büyük bir haz alarak yaptım. Sahi neydi beni bu buhrana sürükleyen o ilk olay... Tabi ki oydu. O neredeydi şimdi... Evlenmiştir belki de. Ya da ölmüştür... Kim bilebilir ki... Bir bira daha söyledim. Bir tane daha, sonra bir tane daha... Sonra tekila, bir tane daha tekila...

Sahi ne güzel yağıyordu kar... Buharlı cama ismimi yazdım. "Osi"


Barmen geldi az sonra, "Kapatıyoruz." dedi. Hesabı da getirmiş. Yüz elli lira. Tüm ceplerimi yokladım. Doksan iki liram vardı... Üzerini ertesi gün vermek üzere anlaşıp, ısrarla istediğim eşantiyon birayı aldım. Aslında bu paranın kalanını hiçbir zaman veremeyecektim. Ceketimi giydim, o ahşap kapıyı açtım ve soğuk hava yüzüme tokat gibi çarptı. 


Artık ayak izlerim daha çok belli oluyordu karda. Turuncu sokak lambalarının altında, boş ve anlamsızca yürüdüm, yürüdüm... 


Başımla gölgemi takip etmeyi bırakıp, onu ileri doğru kaldırdım. Az ileride sanki buhar gördüm, nefes alıp veriyordu bir şey... Daha dikkatli baktım, bir köpekti, kahverengi tüyleriyle sanki hiç soğuğu hissetmiyormuş gibi öylece bana bakıyordu. Göz göze geldim onunla. "Keşke onun yerinde olsaydım." dedim bir an. Sonra kendime onun gözüyle baktım. İşte karşımdaydı. "Git ve onu ısır!"


Ama o da ne, burnuma bir koku vuruyor. Bu koku o'nun kokusu. Kokuyu takip etmeye başladım. Sokak sokak,cadde cadde.. Adımlarım elimde olmadan sayısını artırıyordu. Koşmaya başladım dört ayağım senkronize biçimde. Geceyi artık nefesimden çıkan buharla aydınlatıyordum...Koştum onu bulma umuduyla..Yorulmadan,bıkmadan. Bazı arkadaşlarımı gördüm yolda..Havladılar onlar da ben gibi çığlıklar atarak. 


Derken..Yeşil kocaman kapıları olan mermer iki sütun direkten oluşan bir yapı gördüm. Bu iki sütunun üzerinde yine mermere kazınmış olan o yazıyı okudum. "Dün biz desizler gibiydik yarın siz de bizim gibi olacaksınız..Bu insan mezarlığıydı.


Yavaşça sokularak kapıdan girdim, artık sadece yürüyor, kokuyu takip ediyordum. Mezar taşlarına baktım insanların. Koku artık yaklaşmıştı iyice. Buralarda olmalıydı. 

Başımı sağa çevirdim.Oydu bu. Gözlerimden yaş süzüldü. Sonra dilimden hırçın bir ulama..Kurumuş güller vardı mezarın üzerinde, kar onları kapatmak üzereydi. Dilimle yalayıp temizledim mezar taşını. Birden elimden bira şişesinin düştüğünü fark ettim. Bir parçalanma sesi. 

O köpeğin gözlerinden gözümü ayırdım. Adım atmaya devam ettim. Yanından geçtim köpeğin. Sanırım ikimiz de birbirimizden korkmuştuk. 


Uzunca yürüyerek sonunda oturduğum apartmanın önüne geldim. Bir süre anahtar aradım. Soğuk ve alkolün etkisiyle kapıyı açmam uzun sürdü. Merdivenleri çıktım zar zor duvarlara çarparak. Dairemin önüne geldim. Bu kapıyı da açmam uzun sürdü. İçeri girdim. Botlarımı çıkardım,güzelce sildim onları. Ceketimi çıkardım,astım askılığa...Masanın üzerinde dün geceden kalan birkaç yudumluk tekila şişesini kafama diktim. Yatak odama girdim ışığı yaktım,duvarda asılı duran o gençlik yıllarından kalma fotoğrafıma baktım. 


Komidinin en alt çekmecesini açtım.. Tişörtlerin altından baba yadigarı revolverı aldım. Mermileri güzelce sildim. Revolverı da öyle.Bir sigara yaktım.Banyoya girdim.Küvete uzandım,revolverı başıma dayadım ve tetiği çektim.