7 Ekim 2014 Salı

Büyük Patronlar

  


          İletişim çağında yaşayıp iletişimsizleştirildiğimiz şu günlerde, dünya artık daha yaşanılamaz bir hale gelmektedir. Servetlerine servet katmaya çalışan ve bu yolda herşeyi mübah gören büyük patronlar, bu kötü gidişin baş aktörleridir. Son dört yıldır, ürettiğinden fazlasını tüketen bir dünya, her gün iki milyar adet alışveriş poşetinin kullanıldığı bir tüketim çılgınlığı ve yine farkında olmadan hepimize dikte edilen büyük patronların emirleri.

            Ülkemizden yola çıkarak bu büyük oyunu biraz geri pencereden incelersek, gerçeği rahatlıkla görebiliriz. Büyük patronların maalesef bu yolda yaptıkları ilk şey, bize düşünmemeyi dikte etmeleri oldu, hem de “düşünen beyinler zararlı fikirler üretir “ diyerek. Gayet net bir şekilde yaptılar bunu. Hepimizi cep telefonu sahibi yaptılar, ardından yeni çıkan bir modeli almak "moda akımına" uymak oldu. Bir taraftan, ürettiklerini bir anda değil, yavaş yavaş, modeli küçük nüanslarla geliştirip pazara sunarak servetlerine servet kattılar, diğer taraftan,  insanları dinleyerek, attıkları her "adım"ı takip ederek fişlediler, çıkacak bir olayı, onlara göre zehirli düşünceleri, sosyal yapılanmayı, daha doğmadan önleyecek düzeye geldiler. Bu artık öyle bir hal aldı ki, insanlar sabah kahvaltısında ne yediklerini, o gün ne giydiklerini, nereye gittiklerini, nerde olduklarını, o anda ne yaptıklarını, bir çok şeyi afişe etmeye başladı. Cep telefonundan kimlik ve yer tespiti o kadar ucuz bir teknolojidir ki, geçtiğimiz yıllarda nöbeti sırasında telefonla pizza siparişi veren iki İsrail askeri, yerini deşifre etmiş, yaklaşık yüz dolarlık bir cihazla İsrail askerlerinin yerini belirleyen Filistinliler saldırıda bulunmuştur.

            Hele ki ülkemizde yaklaşık iki asgari maaşa denk gelen bu telefon fiyatları, yine asgari maaşla çalışan birçok yurttaşımızın elinde bulunmaktadır. Çünkü o telefona sahip olmazsa, kendini kötü hissedeceği bir duygu durumuna büründürülmüştür. Peki asgari maaşla yaşamını idare etmeye çalışan biri bu telefona nasıl sahip olabilmektedir? Bu konuda imdadımıza, bizi "geleceğe" borçlu yapan kredi kartları yetişti. Bizi fişlemeleri sadece telefonlarla yapılmadı. Aynı zamanda herkesin kredi kartı sahibi olması sağlandı.

            Yurt dışında, bazı ülkelerde bulunan, "ülke ekonomisinde yüzde 9'dan fazla yabancı sermaye bulunamaz" ibaresi ne yazıktır ki bizim ülkemizde yerini, yüzde 52 yabancı sermayeye bırakmış durumdadır. Günlük dizilerde dikte edilen lüks yaşama, insanlarımız, kredi kartıyla sahip olmaya çalışmaktadır. Kredi kartlarıyla ve bankaların sağladığı kredilerle insanlar, gelecek yıllarını ve henüz kazanmadıkları, ceplerine girmemiş paralarını borç altına almışlardır. Bu aleni bir şekilde insanların geleceği çalmak, yani ömür hırsızlığı, değil midir? Emek hırsızlığı değil midir?

            Emek demişken, bir diğer üzerinde durulması gereken konuda "emek"tir. Modaya uyduğu için satın aldığınız ürünlerin,o büyük markaların, üretim yerlerinin uzak doğu ülkeleri olduğunu fark ettiniz mi hiç? Peki neden? Çünkü emeğin, işçiliğin, insan hayatının ucuz olduğu yerler buralar. Kendi ülkelerinde iş güvenliğini, işçi haklarını ve emekçi maaşlarını, ayrıca en önemli konu olan insan hayatının pahalılığını yok sayarak, sırf maliyeti düşürmek için fabrikalarını bu ülkelerde açmaktadırlar. Bu bir nevi kölelik sistemi değil midir?  Her seferinde insan haklarından bahsedenler, bu şartlarla ilgili neden hiç konuşmazlar? Bu büyük patronların tek amacı, ham madde bulmak, ucuz maliyet ve ürettiklerini satacak pazarlar bulmak.

           Bu ham madde bulma yarışına, enerji savaşı da diyebiliriz. Bazı ülkeler kendi içinde ırk savaşlarıyla, mezhep savaşlarıyla, sağcı - solcu olaylarıyla birbirine düşürülürken, farklı bir pencerede,  dünyanın en zengin seksen beş kişisinin servetiyle üç buçuk milyar insanın karnının doyurulabileceği ancak her gece yaklaşık iki buçuk milyar insanın aç yattığı; Amerika'da obezite sebebiyle ölen her beş kişiye karşılık, Afrika'da bir kişinin açlık sebebiyle yaşamını yitirdiği; eşitsizliğin belki de tarih boyunca en çok zirve yaptığı dönemdeyiz.          Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusunun yüzde yetmişi köylerde yaşayan ülkemizde, günümüzde ise sadece nüfusunun yüzde yirmisi köylerde kalmıştır. Tarım ülkesi olması gereken ülkemizde, köylü bile sütünü, yoğurdunu, yumurtasını, balını, ekmeğini hazır olarak almakta, köylerde de kent yaşamının esintileri görülmektedir. Köylü, yurt dışından aldığı, genleriyle oynanmış tohumlarla elde edilen ürünlerden, yeni tohumlara sahip olamamakta, ihtiyacı için her defasında,  dış ülkelere muhtaç kalmaktadır.

            Her sanayi devrimi yapmaya kalktığımızda ise; darbelerle, ekonomik krizlerle, iç çatışmalarımızla ve daha bir çok farklı konuyla hedeften çok uzaklaştırılmışızdır.

            Peki her şey bu kadar mı kötü? Evet, her şey bu kadar kötü. Ancak tarihi bağlarımızdan gelen kardeşlik duygumuzla, içimizde ki çalışma azmini ortaya çıkaracak küçücük bir kıvılcımla aşamayacağımız hiçbir engel yoktur. Her zaman inandığım Kemalist devrim, bugünden çok daha zor şartlarda kazanılmıştır. Ulu önderimizin şu sözü sanırım o kıvılcımı bize verecektir: "Düşman çok ise yenilir, para yok ise bulunur, ordu yok ise kurulur."

Yararlanılan kaynaklar:
*Banu Avar, "Yeni Dünya Düzeni Belgeseli", Cnn türk


*Bursa Orhangazi Çakırlı köyü muhtarı, Osman Bulamacı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder